1. Üniversitenin ve Üniversitenin Özerkliğinin Kısa Tarihi
Hristiyanlık Roma'da resmi din olarak kabul edildikten sonra Batı Avrupa'da manastırlar yaygınlaşmıştı. Hristiyanlığın ilk dönemlerinde tutucu Hristiyanlar tarafından imha edilmekten kurtulan eski Yunan ve Roma'ya ait çok sayıda kitap bu manastırlarda muhafaza edildi.
Hatta Vatikan tarafından bu eserleri bulmak amacıyla görevlendirilen "Kitap ve Belge Avcısı" olarak adlandırılan kişiler, çeşitli kütüphaneleri tarayarak çok sayıda eseri ortaya çıkardılar.
İşte üniversite de ortaya çıkışını bir manastırda tesadüfen bulunan bir belgeye borçludur.
Bu belge 529-534 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus tarafından hazırlatılan bir hukuk derlemesi olan Corpus Iuris Civilis’tir.
İşte ilk üniversite 1070-1100 yılları arasında o tarihte Venedik Dükalığı'nın hakimiyetinde bulunan Bologna'da zengin ailelerin çocuklarının bir araya gelerek ücret karşılığında bazı hocalardan hukuk dersleri almaya başlamalarıyla ortaya çıkmıştır.
Bu dönemde Papa ile Roma İmparatoru arasındaki yetki anlaşmazlıkları derinleştikçe, hukuka olan ilgi ve talep de artmaya başlamış. Böylece hukuk hocalarının ve hukuk okullarının sayısı da artmaya başlamıştır.
Tabi o dönemde Tanrı'nın hediyesi olan bilgiyi ücret karşılığında satmak yasakmış. Dolayısıyla Bologna'daki öğrenciler hocalara "hediye" adı altında ödeme yapıyorlarmış.
Fakat 1155 yılından itibaren İtalya Kralı ünvanını alan ve kendisi de bir hukukçu olan 1. Frederick, Privilegium Scholasticum (Öğrenci ve Öğretmenlerin Ayrıcalıkları) adlı bir ferman yayınlamış ve öğrencilerin hocalara ücret ödeyebileceklerine hükmetmiş.
Ayrıca bu fermanla, öğrenci ve öğretmenlere imparatorluk dahilinde serbest dolaşım hakkı, yolculuk ve barınmaları sırasında şiddetten korunma hakkı, yol ücretleri ile çeşitli harç ve vergilerden muafiyet ve suç işlemeleri halinde mahkemeler yerine kendi öğretmenleri ve psikoposlar tarafından yargılanma gibi yalnızca ruhban sınıfının sahip olduğu bazı ayrıcalıklar da tanınmıştır.
İşte bu da günümüzde üniversite özerkliği olarak adlandırılan özelliğin ilk örneğidir.
2. Üniversitenin Özerkliğinin Anlamı ve Kapsamı
Üniversite özerkliği en kısa haliyle bir üniversitenin devlet, siyaset, ticari çıkar grupları veya herhangi bir dış otoritenin müdahalesi olmadan kendi akademik, idari ve mali işlerini bağımsız olarak yönetebilmesi anlamına gelir.
Bu kavram, özgür düşüncenin, bilimsel araştırmaların ve akademik çalışmaların bağımsız bir ortamda yürütülmesini sağlamak için geliştirilmiş bir kavramdır. Öyle ki, üniversiteler, bilgi üretme, yayma ve eleştirel düşünmeyi teşvik etme işlevini yerine getirebilmek için özerk olmalıdır.
Üniversite Özerkliğinin sağlanabilmesi birtakım bileşenlerin varlığına bağlıdır. Bu bileşenler, dört başlık altında açıklanabilir:
- Akademik Özerklik:
Üniversitelerin müfredatlarını belirleyebilmelerini ve akademik programlarını özgürce oluşturabilmelerini ifade eder.
Bu sayede bilimsel çalışmalar, politik veya ideolojik baskılar olmadan yürütülür. Akademik personel, fikirlerini özgürce ifade edebilir ve araştırmalarını bağımsız olarak sürdürebilir.
- İdari Özerklik:
Üniversitelerin kendi yöneticilerini (rektör, dekan vb.) kendi iç süreçleriyle seçebilmelerini ifade eder.
Bu sayede karar alma mekanizmaları üniversitenin içinde belirlenir ve dış müdahaleler engellenmeye çalışılır.
- Mali Özerklik:
Üniversitelerin bütçelerini kendi ihtiyaçlarına göre planlayabilmelerini ve bağımsız finansman kaynaklarına erişim imkanlarının bulunmasını ifade eder.
Mali özerklik üniversitelere devlet desteği sağlanması ile çelişmez aksine devlet desteği olsa bile, üniversitenin mali konularda tam bağımsız olmasını sağlar.
- Bilimsel Özerklik:
Üniversiteleri özgür araştırma ortamı içinde çalışmasını ifade eder. Bilim insanları, siyasi baskıdan uzak, sadece bilimsel yöntemlere dayanarak çalışmalar yapmalıdır.
3. Üniversitenin Özerkliği Neden Vardır?
Üniversitenin özerkliğinin beş temel amacı olduğu söylenebilir:
Üniversitenin Özerkliği Bilimsel Tarafsızlığı ve Özgürlüğü Korur
Üniversiteler, hükümetlerin veya belirli çıkar gruplarının propagandasını yapmak için değil, bilgi üretmek ve insanlığı ilerletmek için çalışmalıdır.
Siyasi veya ticari baskılar akademik araştırmaları manipüle ederse, bilimin tarafsızlığı yok olur.
Üniversitenin Özerkliği Eleştirel Düşünceyi ve Demokratik Kültürü Güçlendirir
Üniversiteler, topluma eleştirel düşünceyi ve özgür tartışma kültürünü öğretir.
Eğer bir üniversite devlet kontrolü altında olursa, eleştirel düşünce yerine resmî ideolojiyi benimsetmeye çalışan bir kurum haline gelir.
Üniversitenin Özerkliği Topluma ve Bilime Hizmet Eder
Üniversiteler, sadece hükümetin veya özel sektörün ihtiyaçlarını karşılayan yerler değil, toplumun her kesimine hitap eden bilgi merkezleridir.
Özerk olmayan üniversiteler, halk yerine belirli grupların çıkarlarına hizmet edebilir.
Uluslararası Rekabet Gücünü Artırır
Dünya çapında en iyi üniversiteler (Harvard, Oxford, MIT vb.), özerk yapıları sayesinde bağımsız akademik çalışmalar yapabilmektedir.
Özerklik olmadan, bilim insanları baskı altına girer ve uluslararası düzeyde rekabet edemezler.
Özgür Düşüncenin Gelişimini Sağlar
Fikirlerin özgürce ifade edilmediği bir üniversite, gerçek bir bilim merkezi olamaz.
Özerk üniversiteler, tarih boyunca büyük düşünürlerin ve yenilikçi fikirlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Sonuç olarak üniversite özerkliği, bilimsel bilginin serbestçe üretilmesini, eleştirel düşüncenin gelişmesini ve üniversitelerin siyasi veya ticari baskılardan uzak kalmasını sağlayan bir gerekliliktir.
Eğer bir üniversite özerk değilse:
Bu nedenle üniversitelerin özerk olması, sadece akademik bir mesele değil, toplumun demokratik gelişimi için de kritik bir gerekliliktir.
4. İstanbul Üniversitesi’nin ve İstanbul Üniversitesi’nin Özerkliğinin Kısa Tarihi
Sahn-ı Seman, İstanbul'un fethinin ertesi günü olan 30 Mayıs 1453'te Fatih Sultan Mehmet'in emriyle kurulan ve eğitim kurumları arasında en üst düzeyde eğitim veren yükseköğrenim kurumudur.
Bazı birimlerinin temelleri Sahn-ı Seman medreselerine kadar dayandığı için İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşu da 1453 olarak ilan edilmektedir.
Esasen Osmanlı Devleti'nde Avrupa tarzında modern bir üniversite kurma girişimleri 1846'da başlamıştır. 1863, 1870 ve 1874'teki başarısız denemelerden sonra nihayet II. Abdülhamid'in fermanıyla 31 Ağustos 1900'de Darülfünûn-ı Şahane adı verilen ilk üniversite açılmıştır. İstanbul Üniversitesi, işte bu kurumun doğrudan devamıdır.
Cumhuriyetin ilanı sonrasında da 21 Nisan 1924 tarihli ve 493 sayılı Kanun'la İstanbul Darülfünunu'nun tüzel kişiliği tanınmıştır. Fakat; 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu'yla ilk ve orta öğretimi devletleştiren Cumhuriyet yönetimi, Darülfünun'un özerk statüsüne kuşku ile yaklaşmıştır.
Yönetim ile üniversiteyi karşı karşıya getiren ilk somut olay, 1923'te Cumhuriyet'in ilanı üzerine bir kutlama mesajı gönderilmesi teklifine, Darülfünun Talebe Birliği genel kurulunun, "üniversitenin siyasi akımların dışında kalması kanaatiyle" karşı çıkması olmuştur.
İkinci bir olay, harf devrimi konusunda bazı Darülfünun hocalarının çekinceler ifade etmiş olmalarıdır.
Fakat bardağı taşıran damla, Atatürk'ün 1930'dan itibaren benimsediği Türk tarih ve dil tezlerine Darülfünun'un ilgi göstermemesidir. Aralık 1930'daki Darülfünun ziyareti sırasında, "Ankara, Ege, Aka, Eti, ata, arkeos, amiral, kaptan" kelimelerinin kökeni hakkında sınadığı bazı profesörlerin kuşkucu yaklaşımları, Atatürk'ü kızdırmıştır.
1932 Türk Tarih Kongresinde, Mehmet Ali Ayni ve Zeki Velidi Togan gibi bazı profesörlerin açıkça, bazılarının tevil ve yumuşatma yoluyla Gazi'nin tezlerine karşı çıkmaları, Darülfünun'un sonunu getirmiştir. 1933'te çıkarılan 2252 sayılı yasa ile Darülfünun ve ona bağlı bütün kurumlar, kadro ve örgütüyle lağvedilerek yerine, İstanbul'da Maarif Vekâletine bağlı yeni bir üniversite kurulması öngörülmüştür.
İstanbul Üniversitesi, 1 Ağustos 1933'te yeni bir kadro ve yapıyla açılmış ve 18 Kasım 1933'te Türkiye'nin "ilk ve tek" üniversitesi olarak eğitime başlamıştır.
Bu olaylarda savunulan düşüncelerin niteliğinden ve içeriğinden bağımsız olarak; İstanbul Darülfununu’nu o dönemde tartışılamayacak derecede güçlü bir otorite olan Atatürk tarafından ortaya konulan ve devlet tezleri olarak nitelendirilen görüşler karşısında dahi, hem de 1921 ve 1924 Anayasalarında üniversitelerin özerkliğine dair herhangi bir düzenleme bulunmamasına rağmen, siyasi otorite karşısında kendi doğrularını savunmaktan vazgeçmemiş ve özerkliği hususunda ısrarcı olabilmiştir.
Üniversite özerkliği ilk defa 1961 Anayasası’nın 120. maddesi ile anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. 1971 yılında 1488 sayılı Kanun ile yapılan Anayasa değişikliği sonrasında önemli ölçüde daraltılıncaya kadar, Türk üniversiteleri, bilimsel ve idari özerkliğe sahip kamu tüzel kişileri olarak faaliyet göstermişlerdir.
Fakat, 1971 ve 1973 değişikliklerini dayatan muhtıracılarının otoriter yaklaşımından feyz alan 12 Eylül cuntacılarının “kabul ettridiği” 1982 Anayasası’nda, üniversitelerin idari özerkliğine yer verilmemiştir. 2025 yılı itibariyle maddelerinin neredeyse üçte ikisi değiştirilmiş bulunan bu anayasanın üniversitelerin özerkliği hususundaki yaklaşımı hiçbir iktidarı rahatsız etmemiş olacak ki, bu konuda bir değişikliğe gidilmemiştir
5. İmamoğlu’nun Diploması Meselesi
Cumhurbaşkanı adaylığı neredeyse kesin olan ve pek çok kamuoyu araştırmasında, yapılacak ilk seçimlerde cumhurbaşkanlığı yarışında en fazla oyu alacağı yönünde çok sayıda sonuç paylaşılan Ekrem İmamoğlu’nun mezuniyetinin ve diplomasının, İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu’nun 18 Mart 2025 tarih ve 61. toplantısında alınan 3 sayılı kararı ile iptal edilmesi de esasen üniversitelerin idari özerklikten yoksun olmalarının bir sonucudur.
Siyasi irade öyle olsun istediği için öyle olduğu yönünde yaygın bir kanaatle desteklenen bu karar, eğer hukuki bir tartışmanın konusu olsaydı, bu yazıda “kazanılmış hak, geçmişe yürümeme ilkesi, idare hukukunun ilkeleri, hukuki belirlilik, öngörülebilirlik ve dolayısıyla hukuki güvenlik ve hukuk devleti” gibi kavramlarla konu ele alınabilirdi. Fakat ben bu konunun hukukun değil siyasetin konusu olduğunu düşündüğüm için meseleyi bu kavramlarla açıklamaya ya da savunmaya çalışmanın işlevsiz olduğunu düşünüyorum.
Son zamanlarda bazı siyasi kararlar, makyevelist siyasetin en miğde bulandırıcı halinin bir tezahürü olarak, hiçbir hukuki, ahlaki ve ilkesel temele dayanmayan, akıl ve vicdanla bağ kurma gereksinimi duymayan ve dahası hiçbir konuda tutarlılık kaygısı taşımayan niteliklere sahip kararlar olarak karşımıza çıkabiliyor.
Ben ülkemizdeki ifade özgürlüğünün sınırlarının ne kadar geniş olduğunun bilinciyle söz konusu diplomanın iptali kararının böyle bir karar olduğunu söylemiyorum elbette; peki, söz konusu iptal kararının böyle bir karar olmadığını kim söyleyebilir?
19 Mart 2025
K.O. ARSLAN