• https://www.facebook.com/kahan.onur.arslan
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905555979292
  • https://www.twitter.com/kahanonurarslan
  • https://www.instagram.com/kahanonurarslan
  • https://www.youtube.com/@kahanonurarslan

Üniversiteler neden vardır? Bilimsel Özeklik mi Sermayenin Çıkarları mı?

1929 Ekonomik buhranının ardından klasik ekonomistlerin ileri sürdüğü görüşler[1] geçerliliğini kaybetmeye başlamış ve Keynes’in teorisi[2] daha kabul edilir bir görüş olarak yaygınlaşmaya başlanmıştır. 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle, ekonominin kendi başına bırakıldığında istenilen seviyeye gelemeyeceği düşüncesinin yaygınlaşması ile Keynes’in görüşleri daha gür bir sesle savunulmuştur.

XX. Yüzyılın ikinci yarısında Ortadoğu’da yaşanan Arap-İsrail Petrol Savaşları’nın sonuna kadar geçerliliğini yitirmeyen Keynes’çi teori; ağır bütçe açıkları ve aşırı kamu borçlanmaları gibi sebeplerle popülerliğini kaybetmeye başlamıştır.

1970 yılında giderek ağırlık kazanan, neoliberal politikalar, 1980’den sonra ülkemizde de etkili olmaya başlamıştır. Ekonomiyi piyasa güçlerinin inisiyatifine terk eden devletin bu konudaki fonksiyonlarını devletin küçülmesi ve özelleştirme çalışmalarıyla minimuma indirmeyi amaçlayan bu neoliberal yaklaşım, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlarla sürdürülen yapısal uyum programlarıyla günümüze kadar devam edegelmiştir.  

ABD’de Başkan Ronald Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher ve ülkemizde de Turgut Özal ile benimsenmeye başlayan neoliberal ekonomik görüşler ile ekonomi de özel sektörün payını en üst düzeye çıkarmayı amaçlayan politikalar uygulanmaya başlanmıştır.

Bu doğrultuda, ülkemizdeilk defa 1987 yılında toplanan I. Sanayi Şûrası’nın temel konuları olarak şunlar benimsenmiştir:

-          Üniversite – Sanayi İşbirliğinin geliştirilmesi,

-          Belli başlı üniversitelerde bilim ve teknoloji merkezlerinin kurulması

-          Enerji üretiminde nükleer enerjiden yararlanılması

-          Yurtiçi ihalelerde kendi şirketlerimize garantili kredi mekanizması[3]

Burada bizim için şûrada temel konu olarak benimsenen ilk iki konu önem arz etmektedir. Bu iki konuya daha sonra 11-12 Şubat 1994 tarihinde yapılan 1. Sanayi Yüksek Konseyi toplantısında da yer verilmiştir.

İlk bakışta üniversitelerin bilimsel çalışmalarına sanayinin gelişmesine katkıda bulunacak şekilde yön verdirilmesi gibi iyiniyetli bir yaklaşım olarak değerlendirilen bu kararlar, zaman içerisinde sermayenin üniversitelerde git gide daha fazla yer edinmesi ve bilimsel çalışmaları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmesi sonucunu doğurmaya başlamıştır. Yükseköğretim sisteminin özellikle son 20 yıldır geçirdiği değişim sonucu üniversite sermaye ilişkisi dışsal bir destekleme ilişkisinden bir iç içe geçmişlik haline dönüşmüş durumda.

Artık özellikle büyük üniversitelerimizde, üniversitenin bilimle ilişkisinin temeli olan araştırma faaliyetleri, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yürütülmeye başlanmıştır. Tüm bunlar üniversitenin toplumla ve bilimle kurduğu ilişkide köklü bir yıpranmışlığa yol açarken, üniversitelerin pazar için bilgi üreten şirketlere dönüşmeye zorlanması üniversite sisteminin içine sürüklendiği krizin temel nedenlerinden birini oluşturmaktadır.

Sermaye, AR-GE’ler ve Teknoparklar aracılığıyla Üniversitelerde Kökleşmektedir

                Üniversitelerin bilginin toplumsallaştığı kurumlar olmaktan çıkarılmasının en temel adımları, bilimsel araştırmaların, evrensel bilgi birikimine katkı sunmak, insanlığın gereksinimlerini karşılamak için değil, piyasanın ihtiyaçlarına göre 'işlevlendirilip' AR-GE laboratuvarlarına sıkıştırılmasıyla atıldı.

                Üniversitelerde ki bilimsel üretim süreçlerinin piyasa-merkezli yeniden yapılandırılması, bilimsel araştırmaların teknoloji geliştirmeye sıkıştırılmasına ve bu araştırmalarda ekonomik faydanın temel belirleyen olmasına yol açtı. Devlet - sermaye - üniversite yönetimleri üçlüsünün birlikte hazırladıkları girişimci üniversite modeli giderek işlerlik kazanırken; bilimsel araştırma merkezleri, sermayenin projelerini yapan üniversite AR-GE'lerinden, üniversite içinde yer edinen sermaye gruplarının AR-GE'lerine dönüştü.

                2001 yılında yürürlüğe giren 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu, bu sürecin yasallaştırılması yolunda atılan temel adımlardan biriydi. Yasayla üniversite kampüslerinde kamu desteği ile sermaye için proje üretilmesinin önü açıldı. Üniversitelerdeki var olan AR-GE faaliyetlerinin ihtiyacı karşılayamadığı noktada, çıkan yasayla devreye üniversite kampüslerinde kurulan teknopark anonim şirketleri girdi. Bir zamanlar üniversitedeki gençlik muhalefetinin sermaye işgalini sembolize etmek için kullandığı "ÜNİVERSİTE A.Ş." tanımlaması gerçek oldu.[4]

                Elbette sermayenin üniversiteler üzerinde etkili olma isteğinin örnekleri sadece ülkemizle sınırlı değil. Bu bakımdan 16 Nisan 2001 tarihli The Times Dergisi’nde yer alan şu yazı güzel bir örnek:

“Oxford’da dün otuzu aşkın öğretim üyesinin artık bir multimilyoner olduğu açıklandı. Bunun Britanya üniversiteleri arasında en yüksek sayı olduğu sanılıyor. Oxford, akademisyenlerin düşünceleri üzerinden kâr etmek amacıyla kurulan otuz ikiyi aşkın şirkette hisse sahibi. Şirketlerin toplam değeri 2 milyar sterlini buluyor. Bu da Oxford’u Britanya’nın en girişimci üniversitesi kılıyor. Oxford’daki akademisyenler geçen üç yılda 9,5 milyon sterlin değerinde 20 şirket kurdu. İngiltere’nin bir diğer büyük ve köklü üniversitesi olan Cambridge’in ise sekiz şirkette yaklaşık 5 milyon sterlinlik hissesi bulunuyor. “[5]

Oysa Caucher, saygıdeğer Oxford akademisyen tipini “yatağının başında en az yirmi kitap bulunduran ve bundan başka dünya malına ihtiyaç duymayan yoksul Oxford kâtibi” olarak tanımlamaktaydı.[6] Elbette bu tanımlamanın yapıldığı dönemlerde Oxford’da ‘spin-out’ şirketler yoktu.

Anlaşılıyor ki evrenselcilik, çıkar gözetmeme, kuşkuculuk, toplumculuk ve paylaşma şeklindeki normlar doğrultusunda hakikatin peşinden gitme olarak tanımlayabileceğimiz bilim, günümüzde bu normlardan sapmış/saptırılmış durumda.

YÖK Kanunu’nun 3. maddesinin d bendinde üniversite; “Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzelkişiliğine sahip yüksek düzeyde eğitim - öğretim, bilimsel araştırma,yayın ve danışmanlık yapan; fakülte, enstitü, yüksekokul ve benzeri kuruluş ve birimlerden oluşan bir yükseköğretim kurumudur” şeklinde tanımlanmıştır. Ancak; ekonomik iktidarın üniversiteler üzerinde bu denli etkili olması, üniversitelerin bilimsel özerkliğini zedeleyen bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bilimin; olması gerektiği gibi, yani evrensel iyiyi gerçekleştirebilmek amacıyla, çıkar gözetmeksizin, tarafsız ve kuşkucu, toplumcu ve paylaşmacı bir çizgide ilerlemesi tüm insanlığın ortak yararına olacaktır.

Üniversitelerimizde, sadece insanlığa hizmet etmek adına; bilginin efendisi olmak için çalışmanın kölesi olmuş saygın bilim adamlarının sayılarının artması dileğiyle…

                                                                       KOA
                                                                   Ekim 2012

[1]Adam Smith’in benimsediği ve“laissez faire, laissez passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) anlayışı ile özdeşleşen klasik ekonomik teoriye göre:

                a) Piyasada tam rekabet koşulları geçerlidir (Serbest piyasa varsayımı).

                b) Ücret, faiz haddi ve mal fiyatları esnektir.

                c) Her arz kendi talebini oluşturur.

                d)Yukarıdaki 3 temel varsayım altında ekonomi daima tam istihdamdadır ve fiyatlar genel seviyesi        istikrarlıdır.

Bu nedenle, zaten kendi dengesini kendisi bulacak olan piyasaya devletin müdahalesi söz konusu olmamalıdır.

 

[2]Keynes’e göre ekonomi kendiliğinden ve daima tam istihdam düzeyinde dengede değildir. Keza, ‘her arz kendi talebini yaratır’ şeklinde ifade edilen Say Yasası da gerçek iktisadi yaşama uygun değildir. Keynes, piyasada dengenin sağlanması amacıyla lüzumu halinde devletin ekonomiye müdahalesinin gerekli olduğunu savunur.

 

[3]http://www.ekodialog.com/Makaleler/liberal-neoliberal-ekonomi-politikalari.html, Erişim Tarihi: 5 Ocak 2012.

[4]http://politeknik.org.tr/site/index.php/politeknik-genc/14-genel/27-ar-gelerden-teknoparklara-sermaye-ueniversitelerde-koekleiyor-.html, (Erişim Tarihi: 05 Ocak 2012).

[5]The Times, 16 Nisan 2001.

[6]Geoffrey Caucher, CanterburyTales, (Canterbury Hikayeleri), çeviren Nazmi Ağıl, YKY, İstanbul, 2006, s. 13.