• https://www.facebook.com/kahan.onur.arslan
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905555979292
  • https://www.twitter.com/kahanonurarslan
  • https://www.instagram.com/kahanonurarslan
  • https://www.youtube.com/@kahanonurarslan

Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 8 Kasım 2023 Tarihli Yargısal Aktivizminin Anayasa Mahkemesinin Etkili Bir İç Hukuk Yolu Olma Özelliğine Etkisi





Yargıt
ay 3. Ceza Dairesi, 08.11.2023 tarihli kararı ile Anayasa’da ifadesini bulan hukuk devleti, anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ve anayasa mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı gibi temel hakların güvencesi olan bağlayıcı normları hiçe sayarak, hukukun üstünlüğü ilkesinin gerekliliğine inanan herhangi bir kişi tarafından desteklenemeyecek bir yargısal aktivizm örneği sergilemiştir.  

Hiçbir yönüyle hukuki bir nitelik taşımayan bu karar, yüzüncü yılını kutladığımız Cumhuriyetin insan haklarına saygılı olması niteliğini ve Anayasa ile güvence altına alınmış temel hak ve özgürlükleri neredeyse tamamen ortadan kaldıran bir yaklaşımla kaleme alınmıştır.

Elbette ve maalesef ki bu karar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hukuk devleti niteliğini erozyona uğratan ilk karar değildir. Yargı organı çeşitli düzeydeki mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olmaması gerekçesiyle daha önce de müteaddit defalar eleştirilmiştir. Fakat daha önce Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan ve Anayasa Mahkemesi kararına direnen bir yüksek yargı mercii örneği görülmemiştir.

Yargıtay 3. Ceza Dairesinin ve/veya diğer herhangi bir mahkemenin bu yaklaşımı sürdürmekte ısrar etmesi durumunda Anayasa Mahkemesinin temel hakları koruma işlevi ortadan kalkar ki bu durumda Anayasa Mahkemesi, insan haklarının korunması bakımından etkili bir iç hukuk yolu olma niteliğini kaybeder.

Bilindiği üzere İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun birinci şartı “etkili iç hukuk yollarının tüketilmesi”dir. İç hukuk yollarının tüketilmesi bakımından ise belki de en önemli konu, bir ihlal iddiası söz konusu olduğunda ulusal hukukta bu ihlali gidermeye elverişli bir başvuru yolu bulunması gerekliliğidir.

Yargıtay 3. Ceza Dairesinin ve/veya diğer herhangi bir mahkemenin bu yaklaşımı sürdürmekte ısrar etmesi halinde hükümet, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılacak başvurular karşısında yapacağı savunmalarda başvurucuların yapacakları şikayetler konusunda çare sunabilecek bir yolun varlığını kanıtlamakta başarısız olmaya başlar ki bu da 2012 yılından beri etkili bir iç hukuk yolu olarak kabul edilen Anayasa Mahkemesi’nin bu niteliğinin ortadan kalkması gibi bir sonuca yol açar. Bu durumda bir hak ihlali ile karşı karşıya kaldığını iddia eden kişiler için doğrudan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine bireysel başvurunun önü açılmış olur.
 
Bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, 60 yıllık geçmişe sahip olan Anayasa Mahkemesi’nin etkisiz bir hukuk yolu olması sonucuna yol açmaya hiçbir kurum ya da kişinin hakkı yoktur.

Bu nedenle, tıpkı temel bir hukuk ilkesi olarak bilinen “kanun koyucu abesle iştigal etmez” ilkesinde olduğu gibi mahkemelerin de abesle iştigal etmemesi temel bir mantık ilkesi olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Aksi takdirde ne canımızın ne malımızın ne de özgürlüğümüzün hukuki güvence altında olduğunu söylemek mümkün olmayacaktır. Adalet mülkün temeliyse eğer bu temelde hasara yol açan tüm uygulamalar ivedilikle sonlandırılmalı, sorumluluk sahibi tüm merciler sağduyu ile hareket ederek bu temeli sağlamlaştırmanın yollarını aramalıdır. Aksi takdirde altında kalacağımız enkaz bir daha kaldırılamayacak düzeyde büyük olabilir.

KOA
09.11.2023