• https://www.facebook.com/kahan.onur.arslan
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905555979292
  • https://www.twitter.com/kahanonurarslan
  • https://www.instagram.com/kahanonurarslan
  • https://www.youtube.com/@kahanonurarslan

OKUMA ÖNERİSİ Hukukçunun Heybesi


HUKUKÇUNUN HEYBESİ


Türkçe’de -cı/-ci/-cu/-cü yapım eki;[1] isim, sıfat veya fiil köklerindenmeslek isimleri, alışkanlık, mizaç bildiren isimler ya da taraftarlık belirten isimler türetir.[2] Balık-çı, simit-çi, fırın-cı, maden-ci, içki-ci, kumar-cı, şaka-cı, yalan-cı, üçkağıt-çı Atatürk-çü, milliyet-çi gibi…

Bu şekilde türetilmiş sözcüklercen birisi de hukukçu sözcüğüdür. Hukuk sözcüğüne eklenerek isimden isim türeten “-çu” eki ile oluşturulan “hukukçu” sözcüğünün alışkanlık veya taraftarlık bildirmediği açıktır. Peki, hukukçu sözcüğü bir meslek ismi olabilir mi? Bu soruya da net bir şekilde hayır cevabı vermek gerekir. Bu durumda geriye tek bir ihtimal kalmaktadır ki bu da hukukçu sözcüğünün aslında mizaç[3] bildiren bir isim olmasıdır.

Türk Dil Kurumu’nca (TDK) yayınlanan Güncel Türkçe Sözlük’te hukukçu sözcüğünün anlamı: “Hukuku meslek edinen, hukukla uğraşan kimse” olarak yer bulmaktadır. Görüldüğü gibi hukukçu sözcüğü, TDK bakımından bir meslek ismi ya da alışkanlık veya taraftarlık bildiren bir isim değildir. TDK'da hukukçu sözcüğü mizaç bildiren bir sözcük olarak anlamlandırılmaktadır. TDK’ya göre bu mizaç kişinin hukukla ilgilenmesi ve hukukla ilgili bir meslek edinmiş olması ile şekillenmektedir. Fakat bu ifadenin hukukçuyu tanımlamak üzere yerinde bir kavram olarak kullanıldığını söyleyebilmek mümkün değildir.

Her şeyden önce bu tanımda geçen hukukla ilgilenmenin ne olduğu belirsizdir. Kişi hukukla; farklı amaçlarla, farklı yöntemlerle ve faklı yoğunluklarla ilgilenebilir. Bu bakımdan “hukukla ilgilenen” ifadesi, hukukçu sözcüğünün anlamının belirlenmesinde, içeriğinin ve kapsamının belirsiz olması nedeniyle oldukça sığ kalan bir ifadedir. Öte yandan TDK’nın tanımında geçen “hukuku meslek edinmek” ifadesi de hukukçunun tanımlanması bakımından “hukukla ilgilenen” ifadesinden daha işlevli değildir. Öncelikle hukuku meslek edinmek ifadesinin başlı başına tartışmaya açık bir ifade olduğunu vurgulamak gerekir. Bu tartışma temelde, “hukuk, meslek edinilebilinecek bir şey midir?” sorusu ile başlayacaktır. Bu soruya cevap verilebilmesi için de hukukun tanımlanması gerekmektedir ki bu, pek de kolay yapılabilecek bir şey değildir.

Sosyal bilimlerde, herhangi bir olgunun incelenmesi sürecinde karşılaşılan en büyük güçlük belki de tanımlamadır. Çünkü tanımlama, bir olguyu belirlemenin ve bunu diğerlerinden ayırmanın bir aracı olan isim vermekten öte bir eylemdir. Tanım, bir yandan sözcüğün alışılmış kullanılma biçimleri hakkında bilgi verirken diğer yandan bu kelimenin ifade ettiği şeyler hakkında bir şeyler öğretmektedir.[4] Bu bakımdan doğası gereği her tanım bir sınır barındırır ve bu sınır bir şeyleri kapsarken bir şeyleri de dışarıda bırakmak zorundadır. Bu nedenle tanımlama çabası, tanımlanacak olguyla ilgili derin bir birikimin yanı sıra cesaret de gerektirir. Öyle ki hiçbir tanım, herhangi bir olgunun bütünüyle ifadesini sağlayacak ölçüde tatmin edici olamayacaktır. Yine de, “hukuk, meslek edinilebilinecek bir şey midir?” sorusuna döndüğümüzde, bu soruyu hukuka dair tanımlar üzerinden yanıtlamak dışında bir seçenek görülmemektedir.    

Örneğin, hukuk sözcüğü, etimolojik olarak hak kelimesinin çoğulu olarak tanımlanmaktadır.[5] Bu tanıma göre sorumuzu, “haklar meslek edinilebilecek şeyler midir?” olarak uyarlamamız gerekir. Mesela haksız fiilden doğan tazminat alacağı bir haktır. Günümüzde pek çok sigorta şirketi, kişilerin, özellike trafik kazalarından doğan maddi ve manevi tazminat alacağı haklarını sağlamayı meslek edinmişlerdir. Mesela herhangi bir mahkemeye ya da bir kamu kurumuna dilekçe ile başvurarak hak aramak da bir haktır.  Bu durumda adliyelerin ya da kamu kurumlarının civarında dilekçe yazan arzuhalciler de kişilerin hak arama haklarını meslek edinmişlerdir. Bu durumda,  örnekteki sigorta şirketi temsilcileri ve arzuhalciler TDK’nın tanımına göre hukukçudurlar.

Bir başka açıdan hukuku bir meslek olarak, yargılama faaliyetine ilişkin işler olarak ele aldığımızı düşünelim. Bu durumda karakollarda ifade alan kolluk görevlilerinin, ceza infaz kurumları personellerinin, mübaşirlerin ve mahkeme kalemlerinde görev yapan memurların da yargılama faaliyetine ilişkin işlerle uğraştıkları açık olduğuna göre; bu kişilerin de hukuku meslek edindikleri ve bu nedenle de TDK’nın tanımına göre hukukçu olduklarını söylemek gerekmez mi?

Peki, siz örneklerdeki bu kişilerin hukukçu olduklarını düşünür müsünüz? Büyük olasıkla cevabınız hayır olacaktır. Çünkü hukuku meslek edinen kişi denildiğine aklımıza ilk olarak avukatlar, hâkimler, savcılar, noterler ve hukuk müşavirleri gelmektedir. Oysa bu kişilerin meslek edindikleri şey hukukun kendisi değil, hukukun uygulanmasıdır. Bu meslekler, konusu hukukun uygulanması olan mesleklerdir. Benzer bir durum hukuk eğitimi veren ve hukuk alanında araştırmalar yapan akademisyenler için de geçerlidir. Örneğin bir hukuk profesörü teknik olarak hukuku değil, hukuk öğretimini meslek edinmiştir.

İşte bu nedenle aslında, hukukçunun hukuku meslek edinen kişi olarak tanımlanması isabetli değildir. Bu durumda, hukukçu sözcüğünün tanımı için, Türk Dil Kurumu sözlüğüne başvurmak bize tatmin edici bir çözüm sunmamaktadır. Bu noktada dilbilimsel semantik bakımından incelendiğinde -çu eki alan hukuk kelimesinden türetilen hukukçu sözcüğünün, esasen bir meslek ismi değil, mizaç bildiren bir türemiş isim olduğu ihtimali güç kazanmaktadır. Mantıksal semantik bakımından da hukukçu sözcüğünün, belirli bir mizaca sahip olan bir kişiyi ifade etmesi daha kabul edilebilirdir.

Bu durumda karşımıza “bu mizaç nasıl bir mizaç olmalıdır?” sorusu çıkmaktadır. –Meli, –malı içeren her cümle gibi bu husuta kurulacak cümleler de şüphesiz öznel nitelik taşıyacak ve eleştiriye açık olacaktır. Bu farkındalık çerçevesinde ancak bu satırların yazarı bakımından bu mizacın; hukuk konusunda genel ve sistematik bir bilgiye sahip olan, hukuku kültür olarak özümsemiş[6] ve hukukun üstünlüğüne inanarak bunun gereği için gayret gösteren bir kişinin mizacı olması gerektiği söylenebilir. Bu gerekliliğin dayanağının ise yalnızca, ideale yönelmiş bir temenni olduğunu söylememiz gerekmektedir.

Ancak ülkemizde, hukukçu sözcüğünün sosyal gerçekliğe dayanan bir karşılığı daha bulunmaktadır. Toplum nezdinde yaygın olan kullanımı bakımından hukukçu sözcüğü, çoğunlukla bir kişinin herhangi bir hukuk fakültesinden mezun olmuş bulunduğunu ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Peki, hukukçu sözcüğü gerçekten hukuk fakültesi mezunu anlamında kullanılmalı mıdır? Ya da başka bir ifadeyle hukuk fakültesinden mezun olan herkes hukukçu mudur?

Elbette teorik olarak herhangi bir hukuk fakültesinden mezun olan bir kişinin, hukuk konusunda genel, sistematik bir bilgiye sahip olan, hukuku kültür olarak özümsemiş ve hukukun üstünlüğüne inanarak bunun gereği için gayret gösteren bir kişi olacağı (ya da olması gerektiği) düşünülebilir. Ancak ne yazık ki, hukuk fakültelerimizin büyük bir çoğunluğu; mezun ettiği her öğrenciye hukukçu niteliği kazandırabilecek birikime, imkâna ve koşullara sahip değildir. Bu fakültelerde hiç şüphesiz; hukuku özümsemiş, hukukun üstünlüğüne inanan ve bu doğrultuda özveriyle görev yapan öğretim elemanları da vardır. Ancak, sınırlı bireysel çabalarla bir fakültenin bütün öğrencilerinin bu niteliğe sahip olarak mezun olmalarını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Bununla birlikte günümüzde sayısı olduka artmış bulunan ve günden güne de artmaya devam eden hukuk fakültelerinden bazılarının yegâne amacı öğrencilerini mezun etmek ve yerine yenilerini almaktan ibarettir. Bu fakültelerin hukuk eğitimine bir eğitim kurumundan ziyade bir şirket gibi yaklaştıkları görülebilir. Bu fakültelerin mezunları büyük ölçüde neoliberal ekonomi politikaları ekseninde şekillenmiş piyasa sistemi içinde ihtiyaç duyulan hukuk iş gücünü karşılayacak ve kolaylıkla ikame edilebilir elemanlar olmaktadırlar. Bu elemanlar, edindikleri hukuk mesek bilgisini, hukukun adalete yönelen işlevinden ve dönüştürücü niteliğinden azade biçimde, çoğunlukla yalnızca maddi çıkara yönelmiş sonuçlara odaklı, pragmatist uygulamalara dayalı olarak kullanmakta mahir olsalar da; bu çalışmada işaret edilen hukukçular olmadıkları açıktır. Bu noktada vurgulanması gereken bir diğer husus da; bir kişinin hukukçu olmasında ya da olmamasında tek paydaşın kişinin mezun olduğu hukuk fakültesi olmadığıdır. Bu bakımdan, kişinin içine doğduğu ve içinde büyüdüğü sosyal, siyasal ve ekonomik ortamın, ailesinin ve hukuk fakültesine gelmeden önce öğrenim gördüğü ilk ve orta öğretim kurumlarının da etkisi göz ardı edilmemelidir.

Sonuç olarak günümüzde hukukçu sözcüğünün biri sosyal gerçekliğe diğeri ideale yönelmiş bir temenniye dayanan iki anlamı bulunduğunu söyleyebiliriz. Sosyal gerçekliğe dayanan tanıma göre hukukçu; hukuk fakültesi mezunudur. İdeale yönelmiş temenni bakımından ise hukukçu; hukuk konusunda genel, sistematik bir bilgiye sahip olan,  hukuku kültür olarak özümsemiş ve hukukun üstünlüğüne inanarak bunun gereği için gayret gösteren kişidir. Hukuk fakültesinden mezun olmak kişiyi, konusu hukuk olan meslekleri yapmaya mezun kılan niteliklerden sadece birisidir[7] ve esasen kişiye tek başına bir erdem kazandırmaz. Oysa ideale yönelmiş temenniye göre kişinin hukukçu olması aynı zamanda erdemli olmasını da gerektirir. Fakat bu yazının konusu hukukçunun erdemine değil yetkinliğine ilişkindir.

Bir hukukçunun yetkinliği heybesinin doluluğu ile doğru orantılıdır. Fakat hukukçunun heybesi öyle kolay doldurulabilen bir heybe değildir. Çünkü ideal bir hukukçu heybesi öncelikle akıl ve vicdanla dokunmuş olmalıdır. Aksi takdirde bu heybeye ne konulursa konulsun, o şeyin heybede durabilme ve gerektiğinde bulunabilme imkânı yoktur. Akıl ve vicdanla dokunmuş bir hukukçu heybesinde normatif hukuk bilgisinin yanı sıra hukukun; felsefesine, sosyolojisine, genel teorisine ve metodolojisine ilişkin bilgilerin ve bu bilgilere ilişkin pratik tecrübenin bulunması gerekir.
   


KOA
23.04.2022



[1] Bu ekin İngilizce karşılığı “–ist” ekidir. Örneğin İngilizce’de, hukukçu için, “jure” kökünden –ist eki ile türetilen “jurist” kelimesi kullanılmaktadır.   

[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. Zeynep KORKMAZ, Türkiye Türkçesi Grameri - Şekil Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s. 125-126.

[3] Türkçe’de mizaç sözcüğü; huy, yaratılış, tabiat, karakter anlamlarına sahiptir. Hukukçu sözcüğünün mizaç bildiren bir isim olduğu yönündeki tespitimizde kullanılan mizaç sözcüğü, huy, yaratılış veya tabiat değil, karakter anlamı ile kullanılmıştır.

[4] IŞIKTAÇ, Yasemin; METİN, Sevtap, Hukuk Metodolojisi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2021, s. 40. 

[5] Hak, hukuken tanınan menfaattir. Buna göre hukuk, hak kelimesinin çoğuludur denildiğinde karşımıza “hukuken tanınan menfaatler hukuktur” şeklinde totolojik bir tanım çıkmaktadır. Işıktaç ve Metin’in ifadesiyle totolojik tanım, bir şeyin kendisi ile karşılaştırılması anlamına geldiğinden, mantık açısından en uygun tanımdır. Oysa mantık açısından en uygun olan bu tanım, içerik bakımından hiçbir şey söylememektedir. Bu nedenle hukukun haklar kelimesinin çoğulu olması üzerinden yapılan tanımı hukuk bilimi açısından “hukuk hukuktur” şeklinde yapılmış bir tanımdan daha anlamlı değildir. Bkz. IŞIKTAÇ; METİN, s. 41. 

[6] Başar Yaltı, “Avukatlık ve Felsefe”, https://www.basaryalti.av.tr/belge-dosya/?p=makaleler&id=81, E.T. 31.01.2022.

[7] Örneğin ülkemizde hukuk fakültesinden mezun olmuş bir kişinin, avukat olabilmesi için avukatlık stajını, noter olabilmesi için noterlik stajını tamamlaması gerekmektedir. Hâkim ya da Cumhuriyet Savcısı olabilmek için ise bu mesleklerle ilgili sınavda başarı kazanılması ve yine bu mesleklerin stajının tamamlanması gerekir.